Bir annenin başına gelebilecek en kötü şey geldi onun başına. Üç yaşındaki oğlunu bahçesindeki havuzun dibinde yatarken buldu.

Medya onu suçladı, “Annenin ihmali” dediler. Çünkü işinde çalışan baba, olayı öğrendiğinde haklı olarak delirdi ve “Sen neredeydin, internette miydin?” diye bağırdı. 24 tane haber yapıldı. Yok erkeklerle chat yapmış, yok yan komşuda kahve içiyormuş, yok bütün gün internetin başından ayrılmıyormuş…

Ben onu Tarabya’da, annesinin evinde dinledim. Ablası Dr. Aylin Uğun Karabeyoğlu da oradaydı, ara ara röportaja o da katıldı. Fotomuhabiri arkadaşım Senih de ben de ağlamaktan şiştik. Selin, sakinleştiricilerle ayakta duruyor ve yıkılmamaya çalışıyor. Ama aslına bakarsanız, ağır hasarlı.

Ben başlığın cevabını kendi adıma vermek istiyorum: Kader. Hayatta basiretimizin bağlandığı, müdahale edemediğimiz, değiştiremediğimiz, değiştirmeye gücümüzün yetmediği durumlar var.

Bu da onlardan biri…

O sabah nasıl uyandınız?

– Herhangi bir sabah gibi…Olağanüstü hiçbir şey yoktu. Eşim Hasan işe erken gittiği için Emir Ali’yi göremedi. Emir Ali, baba gittikten 10 dakika sonra uyandı. Her şey, her zamanki gibiydi.

Neredesiniz?

– Demirciköy’de. Uzun bir süredir orada yaşıyoruz, dört katlı, havuzlu bir evde…

İkinizsiniz…

– Tabii, tabii. Ben 34 yaşında anne oldum, Doğuş Holding’te çalışıyordum, Emir Ali doğduktan sonra bıraktım. Bana “Geri dön” dediler, ama ben 9-6 bir iş istemedim. Annelik beni müthiş tatmin ediyordu, 24 saat beraberdik Emir Ali’yle, her şeyi birlikte yapıyorduk. 36 ay içinde toplasan dokuz gün ayrı ya kalmışızdır ya kalmamışızdır…

Dadı filan…

– Yok ne dadı ne kadın! En son genç bir ablamız vardı, ama Emir Ali’nin kulak enfeksiyonu sırasında ilacın dozunu yanlış verince, çocuk alerjik reaksiyon geçirdi. O gün, “Tamamdır” dedim, “Buraya kadar. Kimseyi istemiyorum. Ben çocuğumun başındayım zaten” ve yolladım kızı. Zaten yuvaya da başlamıştı. O gün, her zamanki gibi birlikte kahvaltı ettik, “Murta murta” dedi, üç gün üst üste yumurta vermiştim, o gün vermedim artık. Her şey sakindi. O, yerde oyuncaklarıyla oynuyordu, ben de patlıcan, biber kızartıyordum. Bitti. Birlikte yüzmeye karar verdik.

Yüzmeyi seviyor muydu?

– Aslında biraz korkuyordu. Daha önce bahçedeki havuza katiyen girmiyordu. Ama Bodrum’da pıtır pıtır yüzdü. Babamız Suriye’deydi o gelemedi; bir arkadaşım, annesi ve iki çocuğuyla birlikte Bodrum’da bir haftalığına ev tuttuk. Ve çok müthiş bir şey oldu: Emir Ali, yüzmeye başladı. Hani Atatürk tipi askılı mayolar vardır ya, içinde kendinden can yelekli, işte bütün tatil boyunca ondan giydi ve yüzdü. Yüzerken çektiğimiz fotoğraflarını gururla babamıza yolladık. Bir akşam önce de tatil fotoğraflarını gören yan komşum Buket, “Artık kolluğa geçmenin zamanı geldi” dedi ve bir çift kolluk hediye etti. O sabah da koluna geçirdim onları, acıtmasın diye de hafif ıslattım, kıyameti kopardı. “Tamam peki” dedim, kollukları çıkardım, tekrar can yelekli mayosunu giydirdim. Mutfağı derledim toparladım, yüzmek için birlikte bahçeye çıktık.

Bahçedeki havuz, emniyet önlemleri alınmış bir havuz mu?

– Evet, evet. Dört tarafı bariyerlerle kaplı bir havuz. Çift taraftan kapısı var. Her iki kapının da kendinden içten kilidi var, kolay açılabilecek bir kapı değil. Ben zorlanıyordum açmaya. Annem mesela, bize her geldiğinde söyleniyordu, “Aman canım, bu kapı da bir türlü açılmıyor!” diye. Kolay bir sistem değil yani. O sabah da zorlanarak açtım. Dört basamakla iniliyor havuza, önce sıfır, sonra bir kırk, ilerisi bir seksen. Ben suya girince, “Anne, beni kurtar” dedi. Bu onun ritüeli, basamağa geliyor, kendisini suya bırakmaktan korktuğu için, “Anne beni kurtar” diyor, ben ellerini tutuyorum, ancak öyle bırakıyor kendini…

Yine öyle mi yaptınız…

– Evet. Havuza kovasını attım, gitti getirdi, topunu attım, yine aynı şekilde yüzerek getirdi.

Sonra?

– Çıktık sudan. Havuzun kapılarını kilitledim. O mayo ile göğsü bir türlü kurumadığı için öksürüp duruyordu, çıkartayım da güneşte biraz ısınsın dedim. Çiş geçirmeyen bezlerden bir tane giydirdim, ben de altıma bir şort geçirdim. Yere şezlongun minderini attım, üzerinde oynasın diye. Elime fasulyeleri aldım, ayıklayacağım. O arada yemeği ocağa koymak üzere mutfağa girdim, o da peşimden geldi, tekrar bahçeye çıktık. Yandaki komşumla bizim bahçeyi ince bir taş duvar ayırıyor, Emir Ali göbeğini o duvar dayayıp Mertlere geçiyor. Mert, Buket’in dokuz yaşındaki oğlu, Emir Ali de en büyük hayranı…

Sizin oğlan yan bahçeyi mi geçmiş…

– Evet. O arada telefon çaldı, Serra diye bir arkadaşım aradı, konuşurken bir ara, “Dur bir Emir Ali’ye bakayım” dedim, “Emir Aliiii” diye seslendim, “Neeee?” dedi, baktım bizim bahçede bisiklete biniyor. İçim son derece rahat. Telefonu kapattık. Çöpü döktüm. Tekrar dışarı çıktım ve Emir Ali’nin bisiklete bindiği yere doğru yürüdüm. Salak gibi hiç aksi tarafa, yani havuzun olduğu yere bakmadım. Baksam, havuzun kapısını açmış olduğunu göreceğim. Ama hayatta açmamış o güne kadar, nereden bileyim, aklıma bile gelmedi. Buket’in yardımcısına seslendim, “Şiriiiin” dedim, “Emir Ali sizde mi?” dedi, “Yok Selin Abla” dedi, “Ama bahçedeydi, şimdi gördüm.” Onların bahçelerine girdim, baktım, yok, o bahçeden kendi bahçeme geçmek için o duvarın üzerine çıktım ve… Aman Allah’ım, aklımı kaçırıyorum zannettim, oğlum havuzun dibindeydi. Deli gibi suya atladım. Buket’in yardımcısı Şirin de peşimden. Çıkardık. “İmdat” diye bağırdığımı hatırlıyorum. Çocuğum kollarımda, sular akıyor, hemen yere yatırdık, suni teneffüs yaptım. İnsan bilmiyorum zannediyor, ama içgüdüsel olarak biliyormuş. Sonra iki komşu geldi ve uçarak hastaneye ulaştırdılar bizi…

Kalp masajı filan…

– Her şey, her şeyi yaptık. 50 dakika boyunca tekrar hayata döndürebilmek için ne yapılması gerekiyorsa yapıldı.

Siz o arada kimseye haber vermediniz mi?

– Annemi, eşim Hasan’ı ve ablam Aylin’i aradığımı hatırlıyorum. “Koşun çok kötü bir şey oldu, Emir Ali boğuldu” dedim. Kopuk kopuk oralar. Ama biliyor musun, insan çocuğunun gidebileceğine inanamıyor, kafası almıyor, bir mucize olacak, sana geri dönecek zannediyorsun.

Aylin: Geldiğimde ex’miş zaten. Baktım Selin’i içeri almıyorlar, ben girdim. Emir Ali yatıyordu orada, annesinin göğsünde uyuyor gibi, nasıl masum. Yüzünde hiçbir acı ya da can çekişmiş gibi bir ifade yoktu. “Nabız alamadık” dedi doktor. Zaten küçücük ciğeri var, o anda gitmiş bence, bir de klorlu su…

Siz hâlâ kurtaracaklar Emir Ali’yi diye düşünüyorsunuz öyle mi?

– (ağlıyor) Evet çok emindim. Tamam su yuttu, ama kurtulacak gibi hissediyordum. Evet, bir kaza oldu ama düzelecek. Bekliyorum, bekliyorum düzelmiyor. İnsanlar içeri girip çıkıyorlar, zaman geçiyor, Emir Alim bana gelmiyor. (tekrar ağlıyor) Özür dilerim ağladığım için, ağlamak istemiyorum…

Tutmayın kendinizi ağlayın…

– Bana ilaç veriyorlar, bir bulutun içinde gibiyim. Yok, ağlamak istemiyorum. N’olur yaşasın diyorum, ben öleyim o yaşasın. Beni öldürün, o yaşasın. O, daha çok küçük, ne yapar, nereye gider, beni özler. Bundan daha kötüsü, bundan daha acısı yok, n’olur dön bana diyorum…

Eşiniz Hasan ne zaman geldi…

– İşte o ara geldi. Delirmişti. Tarifi yok. Zangır zangır titriyordu. Adama diyecek hiçbir şeyim yok. Bağırdı çağırdı…

Neden bağırıyor? Ne diyor?

– “Bu çocuk boğulurken neredeydin!” diyor. “Nasıl bakmazsın, nasıl ilgilenmezsin!” diyor. “İnternette miydin?” dedi. Çıldırmıştı. Telefonları yerlere attı, gözlüklerini fırlattı. Sakinleştirici filan yapmak istediler, tuttular, kabul etmedi.

Aylin: İnsan o anda o kadar deliriyor ki, bu kadının da ne kadar acı çektiğini düşünemeden, “Sen neredeydin?” diyor, der de. Ben de kardeşime dedim. Adam için ne kadar korkunç bir şey düşünsene, on dakika önce mailden çocuğunun havuzda yüzerken resmi geliyor, yarım saat sonra gidiyorsun ölüsünü almaya! Böyle bir şey var mı? Böyle bir şeyi Allah kimseye vermezsin. Ben Hasan’a kızmadım, kızamadım…

Başka kim var orada?

– Herkes. Babam da doktor benim. Torununu da çok severdi. “Kaybettik çocuğu” diye ağlamaya başladı. Son ana kadar ümidim vardı, babam da öyle deyince çöktüm, sonra Aylin’in de odadan çıktığını gördüm. İşte o zaman bittiğini anladım.

Aylin: Bana sordular “Doktor hanım daha devam edelim mi?” diye. O kadar uzun süre olmuştu ki, artık bitmiş, seni bırakmış bir meleği tekrar hayata döndürebilmek için daha fazla çırpınmanın manası yoktu, “Bırakın artık” dedim. Selin bana soruyor, “Çok mu canı yanmıştır” diye; hayır, canı yanmadı. Melek gibiydi, sudan geldi, suya gitti…

O havuzu oğlumuz eğlensin diye yaptırdık ama cehennemimiz oldu bizim

O havuzun güvenlik önlemleri ne zaman alındı?

– Bir yıldır böyle. Ben takıntılı bir tipim. Bütün evin merdiven aralıkları filelerle kaplı, bütün dolaplarda emniyet kilidi var. Çocuğunu fazlasıyla sakınan biriyim. Ablalarım küçükken havaya filan atıp tuttuklarında, aklım çıkardı bir şey olacak diye.

Peki o kapı nasıl açılmış olabilir?

– Hiçbir fikrim yok. Şimdiye kadar oynadığı, zorladığı görülmedi…

Kapıyı çıkarken çekmemiş olabilir misiniz, ya da açık unutmuş…

– Hayır, kapattım, kesinlikle eminim. O kapıyı açmak da kolay değil zaten, elini boşluktan geçirip kancayı kanırtarak yukarı kaldırman gerekiyor…

Aylin: Ama ben o kilide baktım, onun o küçücük eli oradan sığar…

Selin: Ama bugüne kadar hiç yapmışlığını gördün mü sen?

Aylin: Hayır.

Sonradan neler düşünüyor insan; ‘Keşke bakıcı olsaydı, kızı yollamamış olsaydım’ filan mı?

– Hayır, hiç onları düşünmedim. Sadece “Keşke evden çıktığım anda havuza bakmayı akıl edebilseydim” dedim. Ama keşkelerin sonu yok. O havuzu oğlumuzu eğlensin diye yaptırdık, bizim cehennemimiz oldu.

Yok komşuda kahvedeymişim yok erkeklerle chat yapıyormuşum

Peki bu internet lafı nereden çıktı? Doğru mudur? Hep internet başında mı vakit geçirirsiniz?

– Tabii ki hayır. Herkes kadar. Evdeyim ben, bir sosyal hayatım yok, Hasan da hep seyahatlerde. Emir Ali’nin fotoğraflarını çekip internete koyuyordum. Ya da farmville vesaire oynuyordum.

Peki o sabah?

– Alakası yok, internette değildim. Ama Hasan’ın delirip, “Neredeydin, internette miydin!” demesi yüzünden haber yaptılar. Tam 24 yerde ‘annenin ihmali’ olarak çıktı.

Ne hissettiniz?

– Benim zaten hislerim kalmadı ki. Fakat fena şeyler yazmışlar. Yok komşuda kahvedeymişim, yok erkeklerle chat yapıyormuşum. Başka başka evlerin fotoğraflarını ve havuzlarını eklemişler, ‘olay burada oldu’ demişler.

Siz suçluluk duyuyor musunuz?

– Hayır hiç. Her olayda kendini suçlayan ben, bu olayda suçlayamıyorum. Çünkü gerçekten suçum yok. Acım çok büyük ama vicdanen en ufak bir sıkıntım yok.

Keşkeleriniz arasında arkadaşımla telefonda konuşmasaydım da var mıydı…

– Hayır. Tek ‘keşke’, havuza bakmayarak vakit kaybetmek. Ben ihmal etmedim oğlumu ama canımı okudular. O kadar büyük bir acı yaşıyorum ki… Diyeceksin ki, “Ne önemi var o haberlerin?” ama var. O gazeteleri bir sürü insan okuyor. Yaranı dağlıyor.

“Ben iyi anne olamadım” gibi hissediyor mu insan ya da “Benim elimde değildi, kaderdi” gibi mi açıklıyor…

– Bu noktada kaderden başka bir şeye tutunamıyorsun. Ben yapmadığıma, dışarıdan biri de gelip çocuğumu suya atmadığına göre… Kaderden başka sığınabileceğin ne var?

O küçücük tabutun içinde senin çocuğun yatıyor düşünsene

Cenaze…

– Korkunçtu. Zaten Hasan da ben de sürekli bayılıyorduk. O küçücük tabut gözümün önünden gitmiyor. İçinde senin çocuğun var düşünsene, toprağa verilecek. Yalnız gidecek, nereye gidiyorsa… Karanlıktan korkar mı, üşür mü? Aklıma “Ne dersin?” deyişi geliyor hep. Son zamanlarda cümlelerin sonuna ekliyordu, “Annecim suluboya yapalım mı, ne dersin?” Hoca dedi ki, “Helallik istemeyin. O zaten bir melekti.” O cami avlusu yıkıldı, herkes ağlıyor. 25 senedir görmediğim arkadaşlarım gelmişti. Hayatımda daha kötü bir gün yok. Tabii yedim kafayı. Allah kimseye göstermesin bu acıyı.

Aylin: Romy Schneider’in oğlu bahçe parmaklıklarına takıldı öldü. Bu, kader. Kimbilir kaç bakıcısı vardı. Eric Clapton’ın oğlu da gökdelenin tepesinden düştü. Olacağı varsa oluyor.

Anneme söyleyin o benim Yunus olacağımı biliyordu

Rüya tuhaf değil mi?

– Tabii tuhaf. Başka tuhaflıklar da var. Eşim bir İtalyan firmasıyla çalışıyordu. hamile olduğumu duyunca, o şirketin patronu bana bu yunuslu kolyeyi göndermiş. “Hamileliği boyunca taksın” demiş. Anne ve bebek yunus. Çok da severek taktım. Bak, hâlâ boynumda. Emir Ali’nin de yunuslara özel bir ilgisi vardı. Hatta Bodrum’da arkadaşımın kızları dövme yaptırmak istedi, şu geçici dövmelerden. Bizim ki, “Ben de istiyorum” dedi ve ne seçti dersin? Birbirinin içine geçmiş iki yunus. Kolunda vardı…

Aylin: Gerisini de ben anlatıyım: Çok sevdiğimiz başka bir arkadaşımız var. Emir Ali’yi kaybettikten sonra aradı, bu yunus meselesinden de haberi yok. Dedi ki, “Bir rüya gördüm, okyanustayım. Büyük bir yunus sürüsü geldi. Önce çok korktum, ama pırıl pırıl bir gündü ve yunusların hepsi çok mutluydu. Birden baktım aralarında Emir Ali de var. Dedim ki, “Burada ne yapıyorsun, annen baban seni arıyor”, “Ben yunus oldum” dedi. “Anneme söyle üzülmesin, o benim yunus olacağımı biliyordu…”

Aman Allah’ım çok acayipmiş…

Aylin: Kafayı sıyırdığımızı düşünmeni istemem ama, dünyanın manyetik alanının düzeltilmesi için çalışan bazı havyanlar var, yunuslar ve balinalar onlardan. Ben bu tür şeyler çok okurum. Emir Ali de çok güzel bir ruhtu, kimbilir belki de en son reankarnasyonlarından birini yaşıyordu. Annesine babasına hediye gibi geldi, ama onun öğreneceği bir şey yoktu, sevgiden başka. Annesini babasını ve bizleri acıyla bir yere getirmek için buraya geldi. Şu anda da o başka bir form aldı. Yine iyilik ve güzellik için çalışıyor. Biz buna inandığımız zaman hepimiz kendimizi çok iyi hissediyoruz. O zaman ahlayıp vahlayıp zırlamıyoruz.

Selin: Evet, oralarda durmak istiyoruz açıkçası. Yoksa hepimizin birer hap alıp intihar etmesi lazım. Dayanılacak acı değil. “Beni öldürün” dedim, ötesi mi var?

Aylin: Ama sen kendi canını alırsan, bir şeylere müdahale etmiş oluyorsun. Olana müdahale etmemek lazım. Her şey zaten bir yola girecek. Tekrar göreve gelmemiz için bizim o zamanı doldurup, o normal planın içinde hareket etmemiz lazım. Müdahaleyle olmaz. Selincim sen normal hayatını sürdürmeye çalışacaksın ama bu tabii ki normal bir hayat olmayacak, Emir Ali’den sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Ama bunu yaşayan tek aile biz değiliz. Buna inanacağız ve bir şekilde hayatımızı devam edeceğiz…

Peki siz nasıl açıklıyorsunuz Selin?

Selin: Tertemiz, saf, pırıl bir kalpti o; sevgi dışında başka bir şey bilmeyen… Sudan geldi, suya gitti… Benim bir misyonum varsa o da şu: Emir Ali’nin seviyesine çıkmak. Ona kavuşabilmek için, onun seviyesine çıkmam lazım. Çünkü ben onun kadar kuvvetli bir şahsiyet olduğumu düşünmüyorum. O mertebeyi gelene kadar ne çekmem gerekirse çekeceğim. Gün gelecek ona kavuşacağım ama hazırlanmalıyım, daha orada değilim…

Ben o eve girmek istemiyorum ama eşim de o evden çıkmak istemiyor

Eşinizle ilişkiniz?

– O, Demirciköy’deki evden çıkmak istemiyor. Bense o eve girmek istemiyorum. Sarılıp ağlıyoruz. “Buralardan gidelim” diyoruz. Karışık duygular…

Annecim, bu hamster benden sana bir hatıra

Bir hamster hediye geldi. Hasan’a dedim ki, “Bütün hayvanları seviyorum ama buna dokunamıyorum.” Aksine Emir Ali de bayılıyor. Bir şekilde iade ettik, onun yerine akvaryum aldık. Aylin de bunun üzerine bu oyuncak hamster’ı aldı Emir Ali’ye, bik bik bik dolaşıyor ortalıkta. Olaydan bir süre önce Emir Ali’yle Maltepe’de bir arkadaşımızı ziyarete gittim, bu oyuncak hamster da onların evinde kaldı. “İlk görüştüğümüzde Emir Ali’nin hamster’ını getiririz” dediler.

İlk görüşmemiz cenazede oldu. Deniz ve Haldun camide hamster’ı verince koptum. Tabutunun üzerinde bebek örtüsünün yanına koydum. Ben orada kaldı zannettim. Eve döndüğümüzde baktım havuza çiçekler koymuşlar, bahçede öylece acı içinde dikiliyordum ki, bahçe duvarında hamster’ı gördüm. Nasıl gelmiş anlamadım. Sanki Emir Ali, “Annecim sana benden bir hatıra, ne dersin?” diyordu.

Bütün salyangozlar bana oğlumu hatırlatıyor

Her akşam bahçeyi sulardık ve salyangozlar ortaya çıkardı. Emir Ali de sevinç çığlıkları atardı. Büyük bir kül tablamız var, onları içine yerleştirip üzerine su dökerdik. Hepsi kafasını çıkarırdı, salata yaprağı koyardık, yerlerdi, sonra da deli gibi kaka yaparladı. Ve tekrar toprağa koyardı onları. Bayılırdı salyangozlara. Mezarlıkta minik tabutu toprağa koymak için kazdıklarında, salyangozlar çıktı. İki tane küçük salyangoz. Görevli de hemen atmak istedi, kürekle uzandı, “Yapmaaaa!” diye bağırdık. Artık bütün salyangozlar bana oğlumu hatırlatıyor…

 Ayşe Arman/Hürriyet

Kaynak: http://www.hurriyetport.com/yasam/emir-ali-unlu-nun-havuzda-olumu-kaza-mi-kader-mi-ihmal-mi-anne-selin-unlu-anlatti